Şehir ve tarih
Osmanlı İmparatorluğu tarih yazımının bugüne kadar üzerinde yeterli derecede durulmayan hususlarından bir tanesi imparatorluk idaresi altındaki şehirlerin bu dönemi kapsayan siyasi,ekonomik,sosyal,kültürel,mimari gelişimini ve zaman içindeki topografik değişimini detaylı bir biçimde ele alan araştırmalara duyulan gereksinimdir.Sınırları üç kıtada,günümüz dünyasının onlarca ülkesini içine alan bir coğrafya’ya yayılan Devlet-i Aliyye'nin fethettiği her yeni idari birimde tesis ettiği yönetsel yapı,iktisadi hayatın örgütlenmesi,şehirleri nüfuslandırma ve işleyişini sağlama politikaları,inşa ettiği eserler gibi Osmanlı Devleti'nin bu bölgelerdeki hakimiyetinin emareleri ve asırlar boyunca şehir bünyesinde meydana gelen her türlü değişiklik ve gelişme çok miktarda arşiv,belge ve kaynakça kayıt altına alınmış olup,bilimsel kriterlerle tetkik edilmeyi beklemektedir.Bu alanda yapılan akademik çalışmaların ve neşredilen eserlerin sayısı az olmakla beraber,kullanılan arşiv bilgileri ve dokümanlar,Osmanlı dönemindeki Anadolu,Arap ve Rumeli şehirlerinde devlet otoritesinin kurulması,şehirlerin islamlaştırılma süreci,günlük yaşam gibi konulara dair tarihi bilinmezleri gün ışığına çıkaran bazı önemli yerli ve yabancı araştırmacının çalışmalarında kullandığı yegane dayanağı teşkil etmiştirler.Osmanlı İmparatorluğunun asırlarca hükmettiği ve çeşitli zaman dilimlerinde olmak üzere hegemonyası altından çıkan bölgelerin ödeyeceği verginin hesaplanması,tımar sisteminin uygulanabilemesi,tarım mahsülünün kayıt altına alınması,vs. gibi amaçlarla periyodik olarak düzenlediği tahrir defterleri,şeriye sicilleri,vakıf defterleri,son döneme ait tapu ve kadastro,temettüat defterleri ve salnameler gibi tarih araştırmaları için büyük önem arz eden ilk elden kaynakların bir kısmı,Osmanlının ardından kurulan veya topraklarını genişleten ülkelerin milli kütüphane ve arşivlerine devridilip burada korunduğu gibi büyük bir bölümü de bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde tahribata uğrayıp yok olmuştur.Arşivlerin tozlu raflarında yıllarca tasnif edilmeyi bekleyen Osmanlı kayıt ve belgelerinin bir bölümü bazı ülkelerce yayımlanmış,çoğunlukla yabancı araştırmacılardan oluşan tarihçiler tarafından Osmanlı şehir tarihi üzerinde kayda değer çalışmaların basılmasına vesile olmuştur.Mevcut kaynaklara,cihanşümul bir imparatorluğun başkenti ve merkezi yönetimin kalbi durumundaki İstanbul’da,Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve diğer devlet arşivlerinde muhafaza edilen belge ve dokümanı da eklemek gerekir.Ayrıca,Osmanlı devlet kurumlarının resmi yazışmaları ve kayıt defterleri dışında,osmanlı şehirleri tarihinin aydınlatılabilmesi ve etraflı bir biçimde kaynakların incelenmesi,asırlar içinde şehre yolu düşmüş birtakım seyyahların seyahatnamelerinin,yabancı devlet elçilerinin notlarının ve ülkeleri ile yürüttükleri resmi korespondansının, ticaret raporlarının ve bilhassa bu şehirlerde yaşayan cemaat ve toplulukların arşivlerinde kayıtlı bilgi ve belgelerin incelenmesi ve karşılaştırılmasını kaçınılmaz kılmaktadır.Son olarak,Osmanlı şehir tarihi üzerine yazılacak olan her çalışmada mutlak suretle faydalanılması ve üzerinde durulması gereken kaynakların başında Osmanlı İmparatorluğu tarihini bizlere aktaran Osmanlı devri tarihçileri ve Bizans kaynakları gelmektedir.Şehirle ilgili tarihi bir olayın gerek kronolojisi gerekse doğruluğunu tespit edebilme ve her alanda Doğu Roma İmparatorluğu’na ait bir ananeyi devralan “üçüncü Roma” Osmanlıların kendi devlet yapılarını kurarken yaşanan geçiş sürecinin şehirlere nasıl yansıdığını anlama bakımından değişik döneme ve yazarlara ait kaynak bilgilerinin mukayese edilmesi son derece önemlidir. 
20.yüzyılda,belirtilen kaynakların incelenmesi sonucunda imparatorluğun ve Osmanlı şehrinin günlük yaşamı,dini hayatı,ekonomisi,esnaflık düzeni,cemaatlerin rolü ve daha birçok bilinmeyen yönü gün yüzüne çıkarıldı.Bu araştırmalar Osmanlı tarih yazımı üzerinde yeni tartışmaları,değişik bakış açılarını ve bazı doktrinlerin yeniden gözden geçirilme ihtiyacını da beraberinde getirdi.Osmanlı şehir hayatının merkezine odaklanmak ve bunun ‘portresini’ çizmek Osmanlılara karşı «klasik» olarak adlandırabileceğimiz bakış açısını kökünden etkiledi ve etkilemeye de devam ediyor.İmparatorluk tarihinin,savaş,kimi zaman zafer kimi zaman da yıkımlarla dolu siyasi ve diplomatik vakalardan ibaret olmadığı,onun yanında eş derecede önemli bir sosyal,iktisadi ve kültürel yaşamının da sürmekte olduğunun geç de olsa nihayet farkına varıldı.Bu ne kadar derin idrak edildi?Bu hedefin tamamlanması adına ne kadar yol katedildi?Şüphesiz ki,çok ciddi çalışmalar kaleme alındı.Yalnız şu bilinmelidir ki,şehir araştırmalarının Osmanlı tarihindeki yerini ve önemini belki de sonu olmayan büyük bir yapboz’u tamamlamak olarak düşünürsek henüz bu işin başında sayılırız.Osmanlı Devletinin siyasi tarihi,savaş,barış,yabancılarla ilişkiler,merkez bürokrasisi olguları ile paralel olarak süregelen ve şehir bünyesinde cereyan eden çevresel ve tarih kaynaklarının detaylarında gizli günlük olayların ilk bahsedilen olgularla aynı denkleme oturtulması ve sonuç olarak tarihin gerçekçi ve bütünü kucaklayıcı bir biçimde yazılabilmesi uzun araştırmalar ve tetkikler gerektiren bir süreçtir.Gerçek olan şudur ki,henüz seviye bakımından istenilen noktaya gelememiş olan türk şehir tarihçiliği araştırmaları günümüze dek kısmi olarak Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Anadolu şehirleri ve İstanbul,Bursa,Edirne gibi anakentlerin tarihini ve gelişimini ele almış,türk tarih araştırmaları ve türkçe dilde tarih araştırmaları basımı Osmanlı İmparatorluğunun asırlar boyunca hükmettiği Arap ve Rumeli şehirlerinin tarihini etüd etmeye ve bu bölgelerle ilgili Osmanlı arşiv bilgilerini,yukarıda belirttiğimiz ek kaynakları bir araya getirerek kapsamlı bir şehir tarihçiliği envanterini oluşturmaya vasıl olamamıştır.Bunun önem ve ehemmiyeti nedir?Bu,bugün dahi kavranabilmiş değildir.Osmanlı imparatorluğunun bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan ülkelerde kurduğu hakimiyet ve şehirlerin bugününün osmanlı dönemi ile bağlantıları türk araştırmacıların ve tarihçilerin ilgi alanının dışında kalmış,daha ziyade yabancı tarihçiler tarafından neşredilen çalışmaların konusu olmuştur.Buna ek olarak,kapsamlı bir tercüme girişiminin eksikliği ise şehirlerin Osmanlı dönemi tarihi ile alakalı basılan birçok eserin türk okuyucu ve araştırmacı için ulaşılmaz bir kaynak olmasına sebep olmuştur.Bu eksiklik ve şehirlerin tarihinin Osmanlı araştırmaları müfredatının ve bibliografyasının dışında kalması genel anlamda imparatorluğun toplum yapısını ve güncel yaşamıını daha iyi anlama hedefi bakımından büyük bir engel ve kayıptır.Günümüzde Osmanlı Devleti’nin Hicaz,Kuzey Afrika,Ortadoğu ve Balkanlar gibi geniş havzalarda bıraktığı kültürel miras,restorasyon ve bakım bekleyen birçoğu işlevini yitirmiş sayısız eserin yanında birleştirici,aynılaştırcı bir “Osmanlılık” üst kimliği olarak kendisini ortaya koymaktadır.Bu faktör,asırların egemenliğinin bu çevrelere yıkık harabelerin yanında elle tutulmayan fikri bir gücü,temeli adalete dayanan bir güven birlikteliğini kalıcı bir biçimde aşıladığını göstermektedir.Bunu bugün dahi tespit etmek mümkündür.Çünkü asırlar içinde nasıl kriztalize olduğu bilindiğinde bunun canlı bir organizma,toplum ve topluluklar içinde bugün dahi yaşayan ve kendini yaşatan bir değer olduğunu görmek mümkündür.Türkçe’nin ortak bir dil olarak Balkanların birçok ülkesinde kullanılmasından tutun da,osmanlı dönemi idari yapısını aynen muhafaza eden mahali örgütlenmelerin göze çarpması ve milli mutfaklara kadar girmiş olan kültürel bir etkiden söz ediyoruz.Türk tarih araştırmaları,belirtilen bölgelerdeki şehirlerin genel tarihinin büyük bir kısmını oluşturan Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait tarihi olayları,şehrin fizyognomisini,topografisini ve burayı farklı kılan özelliklerini araştırıp tespit etmek,bu bulguların ışığında Osmanlı tarihini yeniden gözden geçirmek durumundadır.Tarihimizin derinliklerine inip,bilimsel yollarla ulaşılacak bulgular ve elde edilecek neticeler toplumsal farklılıkların aşılmasına katkıda bulunduğu gibi,Osmanlı ile ilgili önyargıları, 20.yüzyıl Balkan şovenizminin eğitime dayattığı eksik ve taraflı tarih yazımı örneğinde olduğu gibi sıfırlayıcı,iyi ve kötü yanları ile yedi asırlık bir medeniyeti yok sayma çabasındaki bir yaklaşıma karşı ispata ve belgeye dayanan bir cevap uslûbunu geliştirmemizi,sorgulayıcı bir öğretiyi model almamızı sağlayacaktır.   


Kanuni Sultan Süleyman'ın tuğrası(16.yüzyıl)


Rum-ili ve Osmanlılar
Anadolu’nun fethi henüz tamamlanmış değil iken Balkanlarda artık zayıflamış olan Bizans idaresinin yerini alan Osmanlılar şehir imar faaliyetlerinin,kamu hayatının organize edilmesi ve devlet idare ve iradesinin yeni fethedilen bölgelerde yerleşmesinin ilk örneklerini Rumeli topraklarında sergilediler.Bu bakımdan Balkanlar,bir anlamda,ilerleyen yüzyıllarda önümüze çıkan Osmanlı şehir yapısının,her alanda kalıplaşması ve etkin unsurlarının belirginleşmesi açısından bir pilot-bölge halini almıştır.Fakat unutulmamalıdır ki,yukarıda değindiğimiz gibi sınırları gitgide genişleyen,sürekli fetihlerle bünyesine değişik din,dil,ırk ve karakteristiklere sahip milletleri ve grupları katan bir cihan devletinde tesis edilen idari ve sosyal yapının,hatta ve hatta ekonomi ve üretimle alakalı bazı dengelerin belirli bölgesel hassasiyetleri dikkate almadan yapılandırılması mümkün değildir.Osmanlı şehri,ki Balkanlarda,Anadolu ve içleri,Mısır,Kırım ve dahi Hicaz coğrafyasında hiçbir zaman olmadığı kadar çeşitli bir etnisite’den oluşmaktadır,devlete karşı yükümlülüklerini yerine getirme şartı ile buyruğu altındaki milletler silsilesini temelde önce dini özgürlük,sonra da cemaatsal özellik ve vasıflarına dayanacak şekilde imparatorluk ve şehir bünyesinde yararına kullanmıştır.Bunun bir takım örnekleri vardır:İşte 1492’de İspanya’dan kovulup Osmanlı’ya sığınan Sefarad Yahudileri.Endülüs Emevi devletinin müslüman arap nüfusu ile yüzyıllar boyunca birlikte yaşayan İspanya yahudilerinin ürettiği ve hrıstiyan devletlerle ticaretini yürüttüğü ipekli kumaşlar ve dokumacılık sanatı,II.Bayezid’in çağrısı üzerine imparatorluğun çeşitli bölgelerinin yanında en büyük bölümü Selanik’e yerleşen yahudilerin,artık Balkan hinterlandından temin ettikleri hammadde vasıtasıyla üretmeye devam ettiği bir ürün oldu.Bu sektör,yahudi cemaati adına büyüyen bir ticari zenginliği ve gelişimi beraberinde getirdiği gibi,Osmanlı devletinin de yararına idi.Zira,yeniçerilerin giydiği üniforma ve askeri kıyafetler her sene için Selanik yahudileri tarafından üretilir ve Bab-ı Ali’ye teslim edilmek üzere İstanbul’a gönderilirdi.Bu,yahudilere has bir özellikti.Hangi topluluk hangi işçilik vasıflarına sahip ise,hangi zanaatte kendini ispat etmişse şehir içerisinde o gibi bir endüstriyel veya küçük ölçekli üretim öbeğini oluşturur,kendi geçimini sağlar, imparatorluğun genel iktisadi gelişiminde pay sahibi olur ve aynu zamanda da devlete karşı vergiden sorumlu olan,mensup olduğu cemaatin menfaati için çalışırdı.
Balkan fütühatı,Osmanlıların Marmara kıyılarına vardıkları anda henüz yeni farkına varmaya başladıkları bir gerçeği de kesin bir şekilde idrak etmelerini sağlayan bir dönüm noktası oldu.O da batı’ya doğru genişlemekle birlikte,savaşlardan bitkin düşmüş,devlet hazinesi boşalmış ve varlığını sürdürebilmek için tabir-i caizse düşmanı ile ittifak tek çözüm olarak önünde duran bir Bizans İmparatorluğunun varisi olarak tarih sahnesinde yerlerini aldıklarıdır.Evet,beylik toprakları tahmin edilmeyecek kadar genişlemiş,Bursa ve sonrasında Edirne gibi iki önemli şehir fethedilmişti.Fakat Osmanlı,esas olarak ne zaman ki 150 sene gibi kısa bir zaman zarfında Balkan egemenliğini kurmuş,Rumeli’de hakim güç olmuştur,işte o vakit Anadolu’da Selçukluların Bizanslılara karşı öncü ve koruyucu bir ucbeyliği olma özelliğini tamamen üzerinden sıyırıp atmış,beylik sınırlarını fazlasıyla aşan,askeri ve diplomatik bakımdan kendi ayakları üzerinde durmaya muktedir bir devlet olduğunu kanıtlamıştır.Tabiki bu genişleme,bilinçsiz bir ilerleme olmak bir yana dursun,gaza ve islamı yayma kültürünün bir getirisi,hatta doğuda son anlarını yaşayan Selçuklular ile Söğüt,Söğüt ile Bitinya arasında sıkışıp kalmış bir beyliğin yeni otlaklar ve artan nüfus için iskan bölgeleri arayışının getirdiği bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.Rumeli bu anlamda tarıma elverişli,verimli ve yerleşmeye müsait topraklara sahiptir.Yukarıda değindiğimiz gibi Osmanlılar burada tartışmasız bir biçimde,tüm askeri,diplomatik,psikolojik olanakları kullanarak,sınırları İstanbul,Selanik ve çevresi ve Mora’da bazı topraklara kadar gerilemiş olan bir devlet idaresini ve kendi dinlerine mensup olmayan bir topluluğu kendilerine tabi kıldılar.Öyle ki,tüm 14.asır Bizans tarihine baktığımızda,yaklaşan Osmanlı tehtidini ortadan kaldırmak amacıyla Osmanlı-Venedik-Vatikan ekseninde akıllı denge politikaları yürütmeye çalışan imparatorların yanında birçok hanedan mensubunun Bizans tacını ele geçirmek üzere çeşitli saray komploları düzenlediğini ve isyanlar örgütlediğini görürüz.Sayıca hiç de az olmayan bu entrikalar ortaya koymaktadır ki,Balkanlarda ilerleyen Osmanlıların karşısında taht kavgaları yüzünden gücünü değişik yerlere dağıtan ve tek merkezde gerçek düşmana karşı toplayamayan,iç dinamik ve kurumları yozlaşmış,askerini yitirmiş ve eğitimli savaş gücüne sahip türkleri taht emelleri için müttefik edinmekten çekinmeyen bir rakip bulunmaktadır.Tarihi bir gerçektir ki,Osmanlıların Orhan Bey’in oğlu Gazi Süleyman komutasında Rumeli’ye geçişi ve ilk asker sevkiyatı Ioannis IV. Kantakuzenos’un,taht iddiasındaki Ioannis V. Paleologos’a karşı verdiği savaşta kendisine destek olma amacını gütmektedir.Fakat bu tüm sonuçları ele alındığında aynı zamanda Bizansın iç savaşıdır.Osmanlıların yardımı ile Sırpların yenilmesi ve Edirne’nin geri alınması,Ioannis IV. Kantakuzenos’un İstanbul’da imparator ilan edilmesi ve bu kavgadan galip çıkması,destek karşılığında Geliboludaki Çimpe Kalesini verdiği Osmanlının buradan ayrılmayı reddetmesine ve Balkanların nihai fethi ile sonuçlanacak bir fetih hareketinin üssü olarak kullanmasına engel olamayacaktır.Çünkü Bizans bu yaptırımı kendi başına uygulayabilecek güce artık sahip değildir.Bu nedenle kaybettiği Anadolu topraklarını geri almak bir yana dursun,ihtişamlı imparatorluktan geri kalan bölgeleri korumak amacıyla yüzünü Batı’ya dönmeye,hrıstiyan ittifakını,1054 shizmasının ve 1204 dördüncü Haçlı seferinin yıkıcı etkilerine rağmen bertaraf ederek pekiştirmeye çalışacak,Osmanlılara karşı yeni Haçlı seferleri düzenlemesi için batı hrıstiyan devletlerini ve Vatikanı ikna edecektir.Bu gelişmeler 1389’da Kosova Meydan Muharebesi ve 1444 Varna Savaşını kazanan Osmanlıların Balkanlardaki hakimiyetinin batı devletleri ve Bizans tarafından tartışılmaz bir gerçek olarak algılanmasının ve kalıcı bir biçimde yerleşmesinin önünü açacaktır.      


Osmanlı Rumelisi(1801)

Selanik
Balkanlardaki Osmanlı egemenliği hızla yayılırken bugünkü Yunanistan’ın kuzeyi ilk fethedilen bölgelerden oldu. Roma dönemine ait Via Egnatia üzerinde bulunan şehir ve kaleler tek tek alınırken İpsala’dan başlayarak Gümülcine,Serez,Karaferiye ve nihayet Üsküp’e varan Solkol yolunun(cenab-ı yeşar) en önemli durağı ve merkezi Selanik şehri idi.Helenistik dönemde Makedonya kralı II.Filip’in kumandanı ve damadı Kassandros tarafından kurulan ve eşi ve büyük İskender’in kız kardeşi olan Thessaloniki’nin ismini alan şehir,Roma ve daha sonra Bizans idaresine geçti.Kuzeyinde verimli ovalara sahip Balkan hinterlandı,güneyinde Akdeniz ticaretinin kapısı Ege Denizi,doğuda İstanbul’a yakınlığı ve Batı’da Mora’ya ve Adriyatik limanlarına uzanan yolları ile Selanik önemini yüzyıllar içinde her daima korudu.Hicri 833/4(1430)-1330/31(1912) yılları arasında,tam 482 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğunun Avrupadaki topraklarının başkenti oldu.Osmanlıların,strateijk konumunun ve limanın daha en başlarda farkına varması,Roma’da tetrarşi döneminde sezar Galerius’un idaresindeki eyaletin başkenti olan,Bizans idaresi altında ihtişamlı günler yaşayan ve dini merkez olarak ön plana çıkan şehri İstanbul,Bursa ve Edirne ile birlikte imparatorluğun en önemli ticaret,askeri sevkiyat ve üretim merkezi yaptı.En önemli özelliği Türklerin yönetimi altında,Helen bir geçmişe sahip fakat Yahudilerin çoğunlukta olduğu bir şehir yapılanmasının örneğini teşkil etmesidir.Müslüman türk,Ortodoks Hrıstiyan Rum ve Yahudilik gibi din-milliyet karışımlarının ortak yaşam alanını oluşturan şehir tipi olarak Selanik Osmanlıda ilk olarak rastladığmız bir örnek değildir.Osmanlı şehirlerinin çoğunun nüfus yapısı bu din ve etnisite farklılıklarının sentezinden oluşmaktadır.Fakat Selanik’i diğer şehirlerden farklı kılan ve ayrı bir mevkiye taşıyan durum bizlerce bilinmeyen ve gizli kalmış ‘Osmanlı günleri’nin Osmanlı İmparatorluğu tarih panoramasına kattıklarıdır.Ve bilinmelidir ki,günlük yaşamda cereyan eden olaylardan başlayarak siyasi ve askeri olaylar da dahil olmak üzere Selanik,imparatorluğun tarih içindeki akışını takip etmiş,aynı anda da kendi yolunu çizmiş,ilklerin ve tarihi değişimlerin odağı olmuştur.Selanik için,Cumhuriyet Türkiyesinin “laboratuarı” tabiri kullanılır.Benzetme ne kadar doğrudur.Bu tartışılır.Söyleyebildiğimiz şudur ki,uzun yıllar görünüş ve içerik bakımından diğer doğu şehirlerinden pek farkı bulunmayan şehir 19.asır ortalarından itibaren değişen ve batılılaşan bir toplumun ve bir devletin modernleşme reformlarını başarı ile hayata geçirdiği model şehirlerden birisi olmuştur.Bu çabanın geçmiş ile doğurduğu kültürel çatışmalar,Selanik şehir tarihinin bizlere sunduğu paradigmalar açısından eşi bulunmazdır.Asıl zor olan,görünüşü değil,fikir ve düşünceyi yenilemek,yüzyıllar süren köklü bir dogmayı ve alışkanlıkları çağın gereklerine uydurmayı başarmaktır.19.asır sonu ve 20.asır başı Selaniki tarihin bu sınavında ne kadar başarılı olunup olunmadığını tespit edebilmek açısından oldukça çekici bir araştırma konusudur.Modern çağı,değişen dünyayı yakalaması gerektiğini zamanında idrak eden,kendi içinde ise çağdaşlaşmayı varlığını sürdürebilmenin tek yolu olarak gören bir imparatorluğun eserini şehir içinde simgeleştiren ve günümüz şehrine miras bırakan bir süreçten bahsediyoruz.Şehir,kendisini zaman içinde soluyan ve hareket eden canlı bir varlık olarak anlatmakta,kendi tarihine ışık tutmaktadır.Tarih’in akışı dünyanın en büyük “açık hava” müzesinde kendini sergilemektedir.
Kısaca,Osmanlı dönemi Selaniğine değinmek gerekirse.Makedonya’da henüz 14.asrın ortalarından itibaren dönemin kaynaklarınca teyit edilen Türk varlığı Anadolu’dan Yörüklerin bölgeye yerleştirilmesi ile doğrudan alakalıdır.Şehrin kuzeyinde Gazi Evrenos Bey’in kurduğu Yenice-i Vardar Anadolu’da Konya havzası’nın olduğu gibi Balkanların her köşesini nüfuslandıran bir insan deposu görevini görüyordu.Nitekim Selanikin 1430’dan önceki fetihlerinde kale içine türk nüfusunun yaşadığını ve son fetih gerçekleşmeden önce şehirde türk nüfusunun bulunduğu bugün bilmekteyiz.Türk nüfusu ilerleyen asırlarda yeni sürgün ve göçlerle artış gösterdi ve şehirde türk varlığı kuvvetlendi.Osmanlı devlet yapısı,adalet sistemi ve ekonomik hareketlilik kendini her alanda göstermeye başladı.Balkanlarda yeni fetihlerin,isyan hareketlerinin ve Akdeniz’de deniz seyrüseferinin vazgeçilmez referans noktası Selanik şehri oldu.Türk yerleşimi kendi cami,mahalle ve loncalarını kurdu ve diğer Osmanlı şehirlerinin yapılanma prosedürünü izledi.19.asrın Osmanlı düzenini kökünden değiştiren Tanzimat’a kadar diğer Osmanlı şehirlerinden temelde pek de farklı olmayan,yine de kendine has özellikleri bulunan bir dizgede, pitoreskin hakim olduğu tipik bir şark kenti olarak gelişti.19.yüzyılda meydana gelen köklü değişiklikler ve batı normlarında şehirlerin inşa edilme çabası Selanik şehrini temel bir dönüşüme uğrattı.Şehre vali olarak atanan kıdemli paşalar ve osmanlı bürokratları iç dinamiklerini hayata geçiren,dine dayalı cemaat yapısından sıyrılan toplulukların da sayesinde bir reform ve batılılaşma safhası başlattı.Artık geçmişini inkar etmeyen,fakat eskisi ile hiç de aynı olmayan bir ‘Osmanlı’ tebaası ve şehri yaratılmıştı.Selanikle birlikte Balkanlar da değişti.Osmanlı toplumu Sanayi Devriminin yeni dünyaya sunduğu yaşam biçimini benimseme uğraşına girdi.Balkan bozgunu asırların hakimiyetine son verdiği gibi,Selanik türklerini asırlarca yaşadıkları vatanlarından koparacak olan 1923 Mübadelesine kadar süren acı ve göçlerle dolu bir dönemin başlangıcı oldu.
Türklerin yanı sıra,Selanik,asırlar içinde Avrupa ve Akdeniz’in çeşitli yerlerinden şehre göç eden yahudilerin Osmanlı hakimiyeti altında benzeri bulunmayan bir cemaat tipini sergilediği bir şehir oldu.15.yüzyıl sonunda şehre göç etmeye başlayan Yahudiler,16.asrın başlarından itibaren nüfusun çoğunluğunu oluşturdu ve yahudi topluluğu ekonomik ve kültürel atılımları ile şehir tarihine damgasını vurdu.Selanik, “Mother of Israel”(İsrail’in Anası) adını aldı.Osmanlı yahudiliğinin en ünlü dini eğitim merkezi,talmud’un yaygın bir biçimde Avrupa ve Ortadoğu’ya ün salmış hahamlarca öğretildiği şehirde ticaret yahudilerin varlığı ile değer kazandı ve büyüdü.Sabetay Sevi olayının ve ekonomik çöküşün etkilerinden çabuk kurtulan yahudi cemaati,19.asır başlarına gelindiğinde Osmanlı modernleşme sürecine kendini hazır buldu.Cemaat içinde yetişen tahsilli ve batı ile sıkı ilişkiler içindeki topluluk üyerlerinin bunda rolü büyüktü.Eğitim’de reforma giden ve hahamların katı idare şekline son veren aydın cemaat üyeleri,sanayi,atölyecilik,bilim gibi alanlarda öncü rol üstlendiler.1912’de şehir yunan egemenliğine geçtiğinde Yahudiler Selanik ve çevresinin özerk bir ekonomik bölge olmasını talep edecek kadar Selaniki kendilerinin olarak benimsemişlerdi. II.Dünya Savaşı patlak verdiğinde binlerce Selanik Yahudisi de Avrupadaki dindaşlarının kaderini izledi ve toplama kamplarına götürülerek infaz edildi.Böylece,yüzyıllarca yahudiliğin en önemli merkezlerinden biri olmuş olan şehirde,çalışmalarımızda da değineceğimiz biçimde yahudi varlığı son bulmuş oldu.
Tabiki,Bizans İmparatorluğunun kalıntılarının üzerine kurulan bir islam şehri olarak Selanik,ortodoks-helen geçmişini İstanbul Patrikhanesine bağlı bir ortodoks metropolit’in önderliğindeki rum cemaati bünyesinde asırlarca muhafaza etti.Fetih’ten kırk sene sonrasına kadar şehirde etkin nüfus olan rumların sayısı inişli-çıkışlı bir grafik çizse de düzenli olarak var olan ve cemaat hayatını Osmanlı yönetimi altında organize eden bir rum cemaati mevcuttu.Bizans dönemindeki idare yapısını kendi içinde sürdüren rumlar,zamanla şehirde yaşayan yahudilerle ticari bir rekabete girişti.18.asırda Ege adaları ve Akdeniz’de üstün denizcilik kabiliyetlerini ve Rusya’nın koruması altında ticaret yapan rumlar için Selanik uğrak bir liman olduğu gibi aynı zamanda,Balkanların zengin tarım üretiminin güneye ulaştırılması için bir depolama merkezi oldu.1821 Mora  ayaklanmasının Makedonya’da aynı başarıyı ve şiddeti gösterememesine rağmen Selanik rum topluluğu bu başkaldırının bedelini en ağır ödeyen gruplaradn birini teşkil etti.Tanzimat reformları eşit ve hoşgörülü bir statü altında rumları da Osmanlı tebaası ile birleştirmeyi vaad ediyordu.Bunda bir ölçüde muvaffak olunsa da Balkanlarda etnik gruplaşmalar,20.asır başında Makedonya’da büyük devletlerin desteğini de arkasına alarak isyan eden etnik grupların,dağılan Avrupa Osmanlısından payına düşeni alma arzusunu ortaya koydu.Nitekim,II. Balkan Harbi 1912 yılının Ekim ayında Selanikin Yunanlıları teslim edilmesi ile başlamış oldu.
Şehir,bu üç ana grubun yanında sürekli olarak,bahsedeceğimiz ve analiz edeceğimiz bir milletler amalgamına sürekli olarak ev sahipliği yaptı.Fakat şu kesindi:Selanikte,bir yazarın da belirttiği gibi “örf ve ananeyi modernleşmeden ayıracak bir Altın Boynuz” yoktu.“Burada İç Kale’den limana uzanan bölgede bir safhadan(medeniyetten) diğerine geçiş kademeli”’ idi.Bu husus,19.asır ortalarına kadar kale duvarlarının içindeki alana kısıtlı olan yerleşimde bulunan ve çeşitli unsurlardan oluşan nüfusun birbiriyle etkileşimlerinde imparatorluğun diğer bölgelerine kıyasla daha çok kültürlü ve incelenmeye değer bir yaklaşımı gizlediğini ortaya koymaktadır.Şehir tarihi siyasi,sosyal ve iktisadi tarihinin yanında,bu renklilik hesaba katılarak kaleme alındığında Osmanlı coğrafyasının ve tarihinin en ilginç bir o kadar da öğretici yanlarından birini oluşturmaktadır.


17.yüzyılda Selanik limanı

Bugün,Osmanlı şehir tarihçiliği envanterine katkıda bulunması,Osmanlı tarihini bir şehir üzerinden yansıtmanın ve yazılı tarihin doğrularını teyit etme,yanlışlarını düzeltme adına Selanik çapında bir dünya şehrinin Osmanlı İmparatorluğu dönemi tarihini bu site aracılığıyla gün yüzüne çıkarmayı amaç edineceğiz.Zaman içinde yapacağımız bu yolculukta tek kaynağımız ve dayanağımız şehre dair bugüne kadar yayımlanmış olan yunanca,türkçe ve diğer yabancı dillerde çalışmalar,basılmış kitaplar,gazete sütünları,makaleler,monografiler,görsel materyal ve süphesiz ki yukarımda bahsini ettiğimiz birinci elden kaynak bilgileri,ilgili dokümanlar ve belgeler olacaktır.Makale tarzında yayımlanacak olan başlıklı konuların seçimi belirli bir kronolojik sıraya tabi olmayıp,içerik bakımından da farklı temaların işleneceğini bilginize sunarız.Çalışmalarımızın Osmanlı Tarih Araştırmalarına katkı sağlamasını ve yapacağımız bu denemenin Selanik ve sırasıyla diğer Yunanistan sınırları içindeki şehirlerin Osmanlı dönemi şehir tarihi ile ilgili daha geniş çaplı araştıma ve derlemelerin ifasını teşvikleyici olmasını temenni ederiz.