Selanik şehrinin Osmanlılar tarafından,Hicri 833/834(Miladi 1430)[1] yılına tekabül eden son fethi,Batı dünyasında ve Bizans İmparatorluğunda dehşet verici bir olay olarak kabul görmüş,Konstantinopolis’in ardından Doğu Roma’nın en önemli ikinci kenti ve “cioè co-regnante” yahut “symbasilevousa” ünvanı ile İstanbul’a eş-payitaht olarak tanımı yapılan şehrin Osmanlıların eline geçmesi 1453 fethinin habercisi olarak algılanmıştı.1444’de II.Murad’ın birleşik Macar-Eflak Haçlı ordusuna karşı Varna’da elde ettiği zafer ve Macar kralı Hunyadi János’un 1448’de üçüncü ve son bir girişimle Osmanlıları Balkanlardan atmak için Kosova’da verdiği savaşta yenilmesinin[2] öncesinde Selanik şehrinin düşmesi Balkan yarımadasında Osmanlı hakimiyetinin kurulması açısından önemli bir adımın atılmasına vesile oldu.Balkanların Ege denizine açılan noktasına kurulmuş stratejik bir liman şehrini ele geçiren Osmanlılar,aynı zamanda güneyde bugünkü Yunanistan’ın merkezine ve Mora’ya düzenledikleri akınlar için de gerekli bir askeri sevkiyat üssü kazandılar.Bununla beraber,kuzeyde parçalanmış Bulgar ve Sırp prensliklerinden elde ettikleri kazanımları korumak ve sürdürülebilir kılmak için hayati önem taşıyan Balkan karayollarını ve Adriyatik denizine varan Via Egnatia’nın merkezi geçiş noktasını da kontrolleri altına almış oldular.
29 Mart 1430 fethi,şehrin ilk olarak Osmanlı idaresine geçtiği tarih değildi.Osmanlıya Makedonya fethinin yolunu açan 26 Eylül 1371 Çirmen Savaşı’ndan sonra gazi uc beylerinin önderliğinde Makedonya’yı imparatorluk topraklarına katan Osmanlı akınları,şehir kalesinin önlerine kadar vardı[3].Turhan Bey komutasında 1383-1387 yılları arasında şehir ilk kez kuşatıldı ve 1387’de Selanik,şehrin despotu[4] ve Bizans imparatoru Ioannis V. Paleologos’un oğlu olan prens Manuel II. Paleologos’un karşı çıkmasına rağmen,iç muhalefetin baskısı,açlık ve sefalete yenik düşen halkın durumu göz önüne alınarak,bir ahidnâme ile Osmanlı’ya teslim edildi[5].Bu dönemde şehrin kuzeyinde yer alan İç Kale’ye küçük bir Osmanlı garnizonunun yerleştirildiği bazı tarihçiler tarafından iddia edilmişse de,bu husus halen tartışmalıdır[6].Kesin olan 1391’de Bizans imparatoru Ioannis V. Paleologos’un ölümü ve II.Manuel’in İstanbul’da imparator ilan edilmesi ile tekrar Bizans’a geçen şehrin aynı yıl I.Bayezid tarafından geri alındığıdır[7].Şehirde 1491-1403 yıllarını kapsayan ikinci Osmanlı hakimiyeti böylece başlamış oldu.1402’de Çubuk Ovasında I.Bayezid’in Moğol Han’ı Timur’a yenilmesi ve ölümünü takip eden taht kavgası Osmanlı imparatorluğunun varlığını tehdit etmenin yanında,1403’de Bayezid’in oğullarından Süleyman Çelebi’nin şehri destek karşılığı Bizans’a verdiğini öngören antlaşmayı kabul etmesi için de gerekli zemini hazırladı[8].1403-1423 yılları arasında “apanage” [9]olarak Bizans kraliyet ailesine mensup kişilere tımar olarak verilen Selanik sırasıyla Ioannis VI. Paleologos(1403-1408),Dimitrios Laskaris Leondaris(1408-1416) ve Manuel II. Paleologos’un oğlu prens Andronikos(1416-1423) tarafından yönetildi[10].1412,1416,1417 ve 1422’de[11] Osmanlılar tarafından kuşatılan şehir,1423’de Venedik idaresine geçti.Açlık ve adaletsizliğe son verip,şehri “İkinci Venedik”e[12] dönüştürmeyi taahhüt eden Venediklilere güvenen halk kısa bir süre sonra içine düştüğü yanılgının farkına vardı.Giderek artan zulüm,baskı ve sürgünler,Osmanlıların kale taşrasında varlığını düzenli olarak hissettirmesi ve 1426’da şehrin büyük bir ordu[13] ile abluka altına alınması,Frenk hükmünün pek de uzun sürmeyeceğinin habercisiydi. 
Nitekim,1422’de tahta çıkan II.Murad,daha ilk başlarda Selanik’i,daha önce Osmanlı denetimine geçmiş olmasından dolayı kendi mülkü saydığını açıkça dile getirmişti[14].Hatta, 1422’de Gazi Evrenos bey’in oğlu Burak Bey şehri kuşatmış,Kelemeriye ve çevresi yağmalanmıştı[15].Şehri Osmanlı topraklarına katmak isteyen padişah,barış isteyen ve sürekli olarak elçiler gönderen Venediklilerin tekliflerini geri çevirdi[16].1430 Şubat ayında ise Balkanlar ve Anadolu’da Osmanlı egemenliğini sağlamlaştırdıktan sonra,Selanik’in nihai fethine karar vererek Edirne’den Serez’e geldi[17].Dört günlük bir kuşatmanın ardından Selanik 29 Mart 1430’da Osmanlı hakimiyetine geçti. 


29 Mart 1430 sabahı gerçekleştirilen taaruz Zincirlikule'den şehrin dışında bulunan Hortiatis manastırına kadar olan bölgeye yoğunlaştı


Fetih öncesinde yaşananlar,şehir halkının içinde bulunduğu hal ve hissiyat,Venediklilerin yönetim tarzı ve bunun sonucunda oluşan siyasi akımlar,kuşatma hazırlıkları,şehrin kuşatılması,istilası ve fetihten sonra II.Murad’ın izlediği politika,Selanik’in son zaptı ile alakalı elimizde mevcut en güvenilir kaynak olan,kuşatma sırasında ve sonrasında şehirde bulunmuş ve olayların görgü tanığı İoannis Anagnostis adlı yazarın kaleme aldığı “Diigisis peri tis telefteas aloseos tis Thessalonikis”(Selanik’in son zaptı hakkında bir anlatı)[18] isimli kronikte tasvir edilmektedir.Yazarın kimliği hakkında kronikte yer verdiği bilgilerle kısıtlı olmamıza rağmen,eseri fetihten sonraki bir tarihte yazdığı kabul edilmektedir[19].
Kuşatma öncesinde yapılan hazırlıklara ve fetih sonrası şehirde hayatın nasıl biçimlendiğine kalenin zaptı olayından daha fazla yer ayıran Anagnostis,fetih sonrası teslim olmayı reddeden şehir halkının akıbeti hakkında önemli bilgiler vermektedir[20].Öyleki,“Diigisis”e göre,II.Murad,islam hukukunun değişmez bir kanunu uygulayarak,biat etmeyen şehrin yağmalanmasına engel olamamışsa da,kendi telkinleri ile askerlerinin yıkım ve talan’a son vermelerini istedi.“Umduğunuzdan fazla kazandığınız,para ve esirler size yeter.Şehri ise kendime istiyorum,bildiğiniz üzere ben onun için şu kadar gün yürüyüp bu kadar zahmete katlandım”[21] diyen padişah,stratejik konumunun farkında olduğu bu liman kentini yeniden yapılandırmak,ekonominin işleyişini sağlamak ve ticareti canlandırmak amacında idi.Fakat,bakımsız kalmış yapıları ve yağma yüzünden şehir bir harabe görünümünü almıştı.Selanikte yönetim ve devlet otoritesini kurmak için,tekrar nüfuslandırmak şarttı.Bunun içinse yerli halka ihtiyaç olduğu gibi,çevre bölgelerden de kente göçü cezbedecek bir siyasayı izlemek tek çareydi.Gelgelelim,14.yüzyıl başlarında Bizans egemenliği altında kayda değer bir kültürel ve sosyal gelişim sergileyen şehir,1430’a gelindiğinde bir asır içinde vuku bulan çöküş,savaşlar,iç ve dış tehditler,sosyal adaletsizlik ve ağır vergiler yüzünden eski ihtişamını büyük ölçüde kaybetmişti.Şehir nüfusu ile bağlantılı olarak ele alırsak,7 sene süren Venedik hakimiyetinin başında 20-25.000’i[22] bulan şehir nüfusu,sürgün,ölümler ve sıkı yönetim sebebiyle Selanik’i terk eden yerlilerle birlikte daha da geriledi[23].1430 kuşatmasına gelindiğinde ise nüfusun iyice azaldığı,şehir savunması için yeterli sayıda askerin temin edilememesinden açıkça ortaya çıkmaktadır[24].Osmanlıların şehre girmesi ile birlikte esir alınan ve hayatını kaybeden Selaniklilerle hesap edildiğinde,şehir boş bir yaşam alanından başka birşey değildir.Bu sebeptendir ki,II.Murad,şehrin Osmanlı idaresi altında iskanına karar verdiğinde eski sakinlerini geri kazanmanın ne kadar önemli olduğunu anladı.Gallikos nehri kenarına bir ordugâh kurduktan sonra[25] bu yöndeki ilk icraatı,Selanikin önde gelen soylu Bizans ailelerinin,fidyelerini bizzat ödeyerek serbest bırakılmalarını sağlamak oldu.Yeni dönem şehir nüfusunun bir parçası olarak bu aileler şehre yerleştiler ve padişah eski evleri ve gayrı menkul mallarının onlara geri verilmesini emretti[26].Bununla beraber,yeni fetihler için yola çıkacak ordunun esirleri yanında taşımasının güç olduğunun da bilincinde idi[27].Vardar nehri kıyısına kurulan ikinci bir ordugâhta yapılan nihai esir paylaşımı sırasında kumandanlarına bedelsiz veya fidyelerinin kendileri tarafından ödenmesi şartıyla esirlerin serbest bırakılmasını önerdi[28].Bunlara savaştan önce şehri terkeden bazı hrıstiyanların da geri dönmesi eklenince şehir nüfusu 1.000’i buldu[29].




II.Murad'ın fetihten sonra Selanik halkına gönderdiği ferman

İoannis Anagnostis kroniğinde,Selanik'in düşüşünden ve esir alınan halkından bahsederken Osmanlı İmparatorluğunun Balkanlarda izlediği yayılma politikasının bir unsurunu teşkil eden önemli bir bilgiyi de bizlerle paylaşmaktadır.“Çünkü Tanrı seven birçok kişiler ve bilhassa birçok iyi huyları yanında bir de ihtiyacı olanlara her defasında iyilik eden Sırp Kralı da,bizi kurtarmak için istekle harekete geçtiklerinden,serbest bırakılanların sayısı epey çoktu.Sırp kralı kendi güvendiği adamlarına para vererek bunları esirlerin hürriyeti için harcamalarını emretti.Bundan başka türlü de yapmadılar.Bunlar bu paralarla birçok esirleri satın aldılar[30]”. Sonuç olarak, kronik bizlere esir alınan Selaniklilerin hayırsever kişiler tarafından fidyeleri ödenerek özgürlüğüne kavuşturulduğunu ve bunların sayısının epey çok olduğunu bildirmektedir. Buradan,II.Murad’ın ordudaki paşalarına ve önde gelen kişilere yaptığı önerinin kabul gördüğünü anlıyoruz.Fakat,bu noktada ilgimizi çeken husus Selanik’in son fethinde bir Sırp kralının da bulunduğu ve esir paylaşımı sırasında para karşılığında birçok hrıstiyanın serbest kalmasını sağladığıdır.Peki kimdir bu sırp kralı ve hangi sebeple Selanik’in kuşatmasında bulunmuştur?Κroniği yunancaya çeviren ve 1958 yılında neşreden I.Tsaras’ın da doğru bir biçimde tespit ettiği gibi,Selanik’i fethinde,II.Murad’ın ordusuna eşlik eden,1430 yılında sırp tahtının hamili ve Stefan Lazarevic’in yeğeni olan George Brankoviç[31](1427-1456)’ten başkası değildir.1429’da Ioannis VI.Paleologos’un “despot” ünvanını verdiği[32] Brankoviç şehrin muhasarasında Osmanlı birliklerine destek vermiş,şehrin alınması ile birlikte ise ödediği bedelle kronikte belirtildiği gibi epey hrıstiyanın serbest kalmasına ön ayak olmuştu.Buna ek olarak,sırp kralının bu eylemini doğrudan kendisinin değil,fakat etrafındaki güvenilir saydığı kişiler vasıtasıyla gerçekleştirdiğini öğreniyoruz.Tabi olarak,bu noktada Sırpların Selanik kuşatmasında niye yer aldıkları ve ne sebeplerle George Brankoviç’in hrıstiyan esirleri özgürlüklerine kavuşturduğu sorusunu inceleme ihtiyacı doğmaktadır.
Yukarıdaki sorulara cevap verebilmemiz için,14. ve 15. yüzyıllarda genel anlamda balkan devletleri ile Osmanlı’nın ve Osmanlı-Sırbistan ilişkilerinin nasıl geliştiğini iyi idrak etmemiz gerekmektedir.Osmanlıların Sırpsındığı(1364) ve Çirmen(1371) Savaşlarını kazanmalarının ardından Balkanlarda oluşan yeni düzen mağlup taraflar olan Makedonya'daki Sırp Prenslikleri, Bulgar Krallığı ve Bizans İmparatorluğunu yaptıkları antlaşmalarla Osmanlı üstün egemenliğini tanımak zorunda bırakmıştı.Ayrıca,bu antlaşmalar gereği Bizans ve Balkan hükümdarları,Osmanlıya vergi ödemeyi ve gerektiğinde padişahın seferlerine asker göndermeyi kabul ediyorlardı.Bu şartlar altında,Osmanlının ilerleyen süreçte Balkan devletlerini doğrudan ilhak etmediğini,fakat Balkanlar ve Anadolu’da düzenlediği seferlerde bu ülkelerin ordularından istifade ettiğini görüyoruz.Osmanlı tehtidini kısa süreliğine de olsa bertaraf etmek,ülkelerinin tamamen türk buyruğu altına geçmesini önlemek ve Osmanlıların zor anlarında Batı’dan gelecek olan bir Haçlı desteği ile saldırıya geçmeyi hedefleyen hrıstiyan hükümdarlar,Osmanlılara karşı bir bağımlılık politikası izlediler.Balkan ülkelerinin tam bağımlılık sunması halinde,bir koşul olarak Osmanlı padişahı vasal prenslerden oğullarını rehin olarak alıyordu.Ayrıca,vasal ülke Osmanlı’ya düzenli olarak yıllık vergi ödüyor,bizzat hükümdarın veya oğullarının kumandasındaki bir yardımcı kuvvet ile seferlere katılıyordu[33].Bu koşullarda şekillenen tabilik kuralları,diğer şartların yanında,Osmanlı fütuhatını askeri güç ile tedarik etme yükümlülüğünü,uygulamada kalıplaşan ve diplomatik bir yaptırım olarak vasal devletler tarafından kabul edilen bir kurala dönüştürdü.Osmanlılar,tahta geçen padişahların değişmesine rağmen,vasal ülke statüsünde olup kendilerine tabi tuttukları krallıkları doğrudan ilhak etme yoluna gitmemiş,devlet politikasının ayrılmaz bir parçası haline gelecek şekilde Devlet-i Aliyye’nin çıkarları çerçevesinde,varolmalarına izin vermişlerdir.Aynı kural,1427’den itibaren ülkesinin tahtına geçen George Brankoviç için de geçerli idi.Sırp kralı,daha en başlarda Osmanlı himayesi altına girmiş,yıllık vergi ödemeyi bizzat kendisinin veya oğullarının ya da kumandanlarından birinin komutasındaki 2.000 süvari’yi padişahın yanında savaşmak üzere seferlere göndermeyi kabul etmişti[34].
Böylece,1430’un Mart ayında Anadolu ve Rumeli kuvvetlerinden oluşan ordusuyla Selanik önlerine gelen II.Murad’a Sırp despotu George Brankoviç’in komutasındaki birliklerin de eşlik etmesi,Osmanlıların Balkanlardaki yayılma politikalarında hrıstiyan devletlerden yukarıda belirtilen biçimde nasıl faydalandıklarının açık bir örneğidir.
Selanik’te bedellerini ödeyerek esirlerin serbest kalmasını sağlayan George Brankovic,1377’de doğmuş,babası Vuk Brankovic’in Kosova sahrasındaki bozgunu,İstanbul’un I.Bayezid ve II.Murad döneminde iki kez kuşatılmasını ve Balkanlar’da Osmanlıların önlenemeyen ilerleyişine şahit olmuş bir kraldı.1371 Sırpsındığı ve 1389 Kosova Meydan Muharebesinin ardından,son savaşta şehit olan I.Murad’ın oğlu Yıldırım Bayezid'le Sırp tahtını devralan oğlu Stefan Lazareviç arasında oluşan iyi ilişkiler, padişahın savaşta ölen sırp kralı Lazar'ın kızı Ol,vera Despina Hatun'u eş olarak alması ile daha da pekişti.Osmanlı-Sırp münasebetleri ve oluşan aile bağları II.Murad’ın Lazar’ın torunu ve George Brankovic’in kızı Mara Brankoviç’le evlenmesi ile devam etti.Sırbistan 1439’da tamamen Osmanlı egemenliğine geçse de II.Murad’ın barış yanlısı bir siyasetle 1444 Edirne Antlaşması sonucu Tuna’yı geçmemesi şartı ile George Brankoviç’e ülkesini geri vermesi[35] 1444 Varna Savaşında Brankoviç’i Osmanlıların müttefiki olarak buldu.Bu tutumu sırp despotu’nun,diğer hrıstiyan hükümdarlar tarafından türk yanlısı olarak suçlanmasına yol açtı.

Sırp despotu Djuradj Brankovics(1427-1456)

Bu ithama rağmen,George Brankoviç’in,1430’da çoğunluğu hrıstiyanlardan oluşan[36] esir grubunun içinden hatırı sayılır bir nüfusu fidyelerini ödeyerek özgürlüğüne kavuşturmuştur. Bu eylemi,II.Murad’ın şehri nüfuslandırma ve yeniden hayata döndürme çabalarına destek manası içermesinin ötesinde,Bizans’ın çöküş yıllarını yaşayan ve daha 14.asırdan itibaren,savaş,yıkım ve açlıklarla boğuşan Balkanların hrıstiyan nüfusuna,yeni idare altında bir devamlılık ve tekrardan dirilme olanağını sunma amacını da gütmektedir.Bu sayede,esirlerin Sırp despotu tarafından özgür bırakılmaları,Balkanlarda egemen unsur olmaktan çıkıp dini islam olan bir devletin yönetimi altına giren Hrıstiyan nüfusun ilerleyen dönemde örgütlenmesi ve imparatorluk bünyesinde milletler sisteminin bir parçası olmasında dönemin yıkılan Balkan devletlerinin hükümdarlarının da katkısı bulunduğu sonucu doğurmaktadır.Anlam verilemeyen nokta,Brankoviç’in bu iyiliği neden hayırseverlik perdesi ardında yaptığıdır.Balkanolog I.Papadrianou’nun öne sürdüğü fikre göre George Brankoviç’in hrıstiyan ortodoks dindaşlarını özgür kılmak istemesine rağmen padişaha olan tabiliği sebebiyle bu eylemi gizli tutmayı yeğlemiştir[37].Bu iddia önemli bir gerçeği göz ardı etmektir.II.Murad yağmaya son vererek şehri yeniden kurmak ve imparatorluk bünyesine katmak iradesini ortaya koymuştur.Yine bu doğrultuda,şiddetle ihtiyaç duyduğu nüfusu elde edebilmek adına kumandanlarını esirlerden bir bölümünü serbest bırakmaya telkin etmiştir.Anlaşılmaktadır ki,Murad’ın fetihten sonra yapıcı bir politika çizgisini takip etmesi,şartlar her ne olursa olsun şehirde hayatın yeniden organize edilebilmesi için nüfuslandırmayı ve yeniden iskanı teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Dolayısıyla,ordusuna katılan ve fetihte pay sahibi olan Sırp kralını fidye ödeyerek esirleri serbest bırakma talebinden mahrum tutması şüphesiz beklenmeyen ve anlaşılamaz bir tavır olurdu.Kaldı ki,kronikte Brankoviç’in “güvendiği adamları” olarak tabir edilen kişilerin kim tarafından yönlendirildiğinin gizli kalması pek de mümkün olmayan ve gizlemesi zor bir icraat olarak ele alınmalıdır.Sonuç olarak,Brankoviç’in bu eylemine niçin bir gizlilik verdiğinin nedeni Osmanlılara karşı olan tabilik kurallarının dışına çıkma korkusunda değil,başkaca sebeplerde aranmalıdır.
Nitekim,1453’e gelindiğinde de İstanbul’u fethedip Ortaçağ’a son veren Fatih Sultan Mehmed’in yanında üvey annesinin babası olan ve yaşı artık 76’yı bulan George Brankoviç’i buluruz.Selanik’in fethinden 23 yıl sonra Varna’da Osmanlı müteffiki olarak Haçlıların hezimetini gören Sırp kralı ölümünden üç yıl önce Konstantinopolis’in düşmesine 1.500 süvari ile katkıda bulunmuş,aynı Selanik’in fethinde olduğu gibi yağmadan çıkan şehirde esir düşen yüz kadar rahibe’yi ve birçok soylu Bizanslıyı bedellerini ödeyerek esaretten kurtarmıştı[38].Yine Selanik’te olduğu gibi,bu nüfus da şehrin yeni düzeninin bir parçası olmuş,rum cemaatinin Osmanlı egemenliği altında teşkilatlanmasında önemli bir rol üstlenmiştir.



[1]Selanikin son zaptının tarihi hakkında mevcut Bizans ve Osmanlı kaynaklarının kapsamlı bir derlemesi için bak:I.Tsaras,H teleutaia alosi tis Thessalonikis(1430),Thessaloniki,1985.
[2]Halil İnalcık,Devlet-i Aliyye,Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I,Klasik Dönem(1302-1606),s.107.
[3]Makedonya’ya ilk olarak müslüman,türk nüfusunun iskanı da bu dönemde gerçekleşmiştir.Chalkokondyles’in verdiği bilgiye göre I.Murad devrinde Makedonya’da,Termi(Selanik yakınında bulunan neolitik çağ’a ait bir yerleşim) ve Vardar nehri kıyısına büyük sayıda türk nufusu yerleştirilmişti.“I.Tsaras,H teleutaia alosi tis Thessalonikis(1430),Thessaloniki”,1985,s.27,dipnot 2.
[4]“Despot” tanımlaması son dönem Bizans prenslerine verilen bir ünvan olmakla beraber,şehir tekfuru veya yöneticisi anlamını da taşımaktaydı.
[5]Halil İnalcık,Devlet-i Aliyye,Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I,Klasik Dönem(1302-1606),s.64.
[6]Selanik’in kuzeyindeki İç Kale’ye 1387-1391 yılları arasında küçük bir yeniçeri kuvvetinin yerleştirildiği iddiası ilk olarak O.Tafrali tarafından ortaya atılmış,A.Vacalopoulos da eserinde aynı fikri savunmuştur.I.Tsaras,bu iddiayı kısmen kabul etmekle birlikte şehrin 1389 Kosova Meydan Muharebesine kadar türk hakimiyetinde kaldığını ve I.Murad’ın ölümü üzerine 1389-1391 yılları arasında tekrar Bizans’a geçtiğini var saymaktadır.
[7]Ducas,Istoria Turco-Byzantina.(1341-1462),Vasili Grecu Yayınları,Bükreş 1958(bundan böyle:Ducas).Ayrıca,Selanik’in Osmanlılar tarafından tartışmalı ilk fethi hakkında detaylı kaynak için bak,M.Delilbaşı,“Johannis Anagnostis,Diigisis peri tis telefteas aloseos tis Thessalonikis”,s.1,dipnot 1, I.Tsaras,H teleutaia alosi tis Thessalonikis(1430).
[8]Halil İnalcık,Devlet-i Aliyye,Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I,Klasik Dönem(1302-1606),s.92.
[9]Kral’ın doğuştan hak kazandığı mülk,miras.
[10]A.Vacalopoulos,Istoria tis Thessalonikis(M.Ö.316-M.S.1983),Thessaloniki 1997,s.172.
[11]A.Vacalopoulos,Istoria tis Thessalonikis(M.Ö.316-M.S.1983),Thessaloniki 1997,172-173.
[12]Ducas.
[13]A.Vacalopoulos bu kuvvetin 30.000 kişi olduğunu belirtmektedir.
[14]Ducas.
[15]A.Vacalopoulos,Istoria tis Thessalonikis(M.Ö.316-M.S.1983),Thessaloniki 1997,s.172,ayrıca bak,Melek Delilbaşı,Johannis Anagnostis,“Selanik’in Son Zatı Hakkında bir Tarih”,TTK Yayınları,Ankara,1989.
[16]Ducas, Melek Delilbaşı,Johannis Anagnostis,“Selanik’in Son Zaptı Hakkında bir Tarih”,TTK Yayınları,Ankara,1989,¶2-4.Ap.Vacalopoulos,Istoria tis Thessalonikis(M.Ö.316-M.S.1983),s.116.
[17]Melek Delilbaşı,Johannis Anagnostis,“Selanik’in Son Zatı Hakkında bir Tarih”,TTK Yayınları,Ankara,1989.
[18]I.Tsaras,Ioannou Anagnostou,“Diigisis peri tis telefteas aloseos tis Thessalonikis” ve “Monodia epi ti alosi tis Thessalonikis”,I.Tsaras Yayınları,Bibliothiki tis Byzantinis Thessalonikis 1,Thessaloniki 1958,Melek Delilbaşı,Johannis Anagnostis,“Selanik’in Son Zaptı Hakkında bir Tarih”,TTK Yayınları,Ankara,1989(bundan böyle:I.Anagnostis).
[19]I.Tsaras’a göre bu tarih 1453 İstanbulun fethinden sonradır.
[20]I.Anagnostis,¶14, ¶17-19.
[21]I.Anagnostis,¶17.
[22]A.Vacalopoulos,Istoria tis Thessalonikis(M.Ö.316-M.S.1983),Thessaloniki 1997,s.177.
[23]Anagnostis kronikte şehrin Latin tahakkümünden çok çektiğini ve şehir nüfusunun giderek azaldığını açıkça belirtmektedir,¶2.
[24]I.Anagnostis,savunma hazırlıkları yapan Venediklilerin,sur üzerine dizdikleri silahlı askerlerden her iki veya üç mazgalda bir tane bulunduğunu gördüklerini belirtir,¶5.
[25]Kale içinde yağma devam ederken,savaşın ilk gününden itibaren ve daha sonra ölen şehir sakinlerinin yollara savrulmuş cansız bedenleri ordu içinde salgın hastalıklara yol açabileceğinden böyle bir karar almış olması muhtemeldir.
[26]I.Anagnostis,¶18.
[27]I.Anagnostis,¶17.
[28]I.Anagnostis,¶18.
[29]I.Anagnostis,¶18.
[30]I.Anagnostis,¶19.
[31]Djuradj Brankovics olarak da bilinir.
[32]I.Papadrianou,«I alosi tis Thessalonikis sta 1430 kai o Serbos despotis George Brankovits)»,«Makedonika»8,1968,401-405.
[33]Halil İnalcık,Devlet-i Aliyye,Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I,Klasik Dönem(1302-1606),s.63-64.
[34]I.Papadrianou,«I alosi tis Thessalonikis sta 1430 kai o Serbos despotis George Brankovits)»,«Makedonika»8,1968,401-405.
[35]Halil İnalcık,Devlet-i Aliyye,Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I,Klasik Dönem(1302-1606),s.106-107.
[36]Anagnostis esirlerin hangi dine mensup olduklarını açıkça belirtmemektedir.Serbest kalan esirlerin büyük çoğunluğunun yerli hrıstiyanlardan oluştuğunuü de şehir nüfusuna katmak gerekir.
[37]I.Papadrianou,«I alosi tis Thessalonikis sta 1430 kai o Serbos despotis George Brankovits)»,«Makedonika»8,1968,401-405.
[38]İlgili kaynak için bak,I.Papadrianou,«I alosi tis Thessalonikis sta 1430 kai o Serbos despotis George Brankovits)»,«Makedonika»8,1968,401-405.