Başıma inen bir balyoz darbesi mi dersiniz,bir fil sürüsünün aslanların saldırısından kaçmak isterken dümdüz ettiği toprak mı?O sabah saat 6 buçuk sularında uyandığımda başımın hali buydu.Öyle bir ağrı ve beyin zonklamasını ancak bu şekilde tarif etmem mümkündür.Münih’te ilk günüm Oktoberfest’in renk cümbüşü ve baş döndüren atmosferi içinde,müzik,bira,güzel yemekler ve eğlence eşliğinde geçmişti.Meğerse bu doyumsuz dakikaların ertesi sabah ödenmesi gereken bir de bedeli bulunuyormuş.Boş bulunmuş,unutmuştum.Kendimi doğrultup yataktan kalkmanın imkansız olduğu fikrindeydim.Yine de boş durmadım,eski tecrübelerimden az biraz faydalanarak bu çeşit bir ağrının nasıl en aza indirilebileceğinin çarelerini düşünmeye başladım.İlk işim kimseyi uyandırmadan duvar diplerini bir yılan kıvrımıyla takip ederek mutfaktaki çeşmeye ulaşmak olmalıydı. Bunu başardım ve nefes almadan tam üç bardak suyu mideme indirdim.Aynı yoldan yatağıma döndüm.İki saat sonra uyandığımda başımdaki ağrı hiç olmazsa hafiflemişti.Elimi yüzümü yıkadım,bir daha bu kadar çok içmeyeceğime dair kendime söz verdim ve herkesi selamladıktan sonra kahvaltıya oturdum.Pazar günüydü ve tüm aile kahvaltıdaydı.Karnımı iyice doyurduktan sonra koyu mu koyu bir “alman” kahvesi içtim.Artık gözlerimi dört açmış,ışıldayan güneşin altında biraz temiz Münih havası almaya tam teşekküllü hazırdım.

Schwabing
Havanın güzel olması için dilekte bulunmuştum.Bunu hatırlıyorum.Ama o Pazar günü Münih'te güneşin bana bu kadar cömertçe davranabileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti.Yazdan kalma ılık bir esintiyle güneşi arkamıza aldık ve iki tarafı yaklaşık 30 metre yükseklikte kavak ağaçlarıyla bezenmiş ucsuz bucaksız bir caddeye çıktık. Art nouveau tarzındaki şık yapılarıyla,o kadar ihtişamlı olmasa da İstanbul’un Nişantaşına nispet yaparcasına,elit bir yaşam tarzına cevap verme iddiasında olan Schwabing semti, Leopoldstraße caddesi tarafından tam göbeğinden ikiye ayrılıyordu.Bohem tarzıyla gizemli bir hava estiren bu merkezi yerleşim bir soluk mesafedeki Maxvorstadt semtinde yer alan Ludwig Maximilian Üniversitesi,Münih Teknik Üniversitesi ve diğer fakülte ve eğitim binalarıyla, az ileride rastlayacağımız Münih Şehir Kütüphanesi ile öğrenci hayatının kalbinin attığı mekandı aynı zamanda.Lüks kafe,büfe ve restoranlar,alışveriş için bol seçenekler sunan her çeşit giyim mağazalarının yer aldığı Schwabing tam anlamıyla bir çekim merkeziydi. Yolumuzun üzerindeki bir Starbucks’tan sıcak kahvelerimizi tedarik edip geniş caddeyi yürümeye koyulduk.Sonradan bu yolun yaz aylarında trafiğe kapatıldığını ve Bayern Münih taraftarlarının çılgın şampiyonluk kutlamalarına sahne olduğunu öğrendim. Seyyar tablo satıcıları,tatil günü güneşinin tadını bisikletiyle turlayarak çıkaran Münih sakinlerinin ve oyun oynarken kendini unutmuş çocukların dibinden yürüyerek Leopoldstraße’nin başına geldik.

Siegestor
Bavyera kralı I.Ludwig,Napolyon’un ordularını defetme başarısını gösteren ordusunu tarih boyu ölümsüz kılmak için Ludwigstraße ve Leopoldstraße caddelerinin birleştiği noktaya bir zafer takı inşa ettirmek istemiş.1843-1852 yılları arasında tamamlanan anıtın tam üstüne de bu şanlı zaferin gelecek nesillere aktarılması için ordusunun zaferine adandığını belirten “Dem bayerischen Heere zum Ruhme” cümlesini oydurmuştu. Romadaki Konstantin zafer takı veya Paris'in Arc de Triomphe'ının bir emsali olan Siegestor.21 metre yükseklikte,24 metre genişlikte ve 12 metre derinlikteki anıt, II.Dünya Savaşında yıkılmış ve orijinaline sadık kalınarak 1950’lerin sonunda tekrar restore edilmiş.Wiesn'de gördüğüm ve Bavyerayı simgeleyen aslanlı kadın motifi zafer takının tepesine kondurulan dört aslanlı bir heykelle burada da önümüze çıkıyor.Bir savaş zaferini hatırlatmak adına yapılsa da II.Dünya Savaşında uğradığı yıkımının ardından Siegestor,barış günlerine adanmış. Burada yeterince vakit geçirip yapıyı etraflıca inceledikten sonra Schwabing'i gerimizde bırakarak Münih Şehir Kütüphanesinin önüne geldik.Modern görünümde, bakımlı bir yapıydı. İçeriye girdiğimizde böylesine eski bir yapının bu denli yeni tutulabilmesini hayret ve şaşkınlık uyandırıcı buldum.Kütüphanenin onlarca merdivenini hiç üşenmeden tırmandım ve küçük bir turun ardından tekrar Ludwigstraße üzerine çıktık.Gün iyiden iyiye ısınmaya başlarken yolumuz,sanki daha bir kalabalık,cıvıl cıvıl insan dolu bir meydana açıldı.

Odeonsplatz
Münih'in merkezi birbirine sanki zincirlerle bağlanmış ve her biri birbirinden şirin ve hayat dolu meydanlardan oluşuyor desek abartmış olmayız.İşte yaşam ve sosyal aktivitelerle dolu bu alanların en önemlilerinden diyebileceğimiz bir tanesi önümde görülen Odeonsplatz'tı.Bir zamanlar şehir surlarının giriş kapılarından olan Schwabinger Tor'un yerini 19.asır başlarından itibaren tasarlanan bu meydan almış.Meydandaki karakteristik yapılardan Theatine St.Cajetan katolik kilisesi ve yine Bavyera ordusunun zaferi anısına, Bavyera kralı I.Ludwig'in emriyle yaptırılan dört ön sütün üzerine oturtulmuş revaklı Feldherrnhalle bulunuyor.Meydanın girişinde Ludwig'in at üzerinde bir de heykeli mevcut.Odeonsplatz'ın tarihsel işlevi yıllar içinde pek de değişmemiş aslında.Konserler,sergiler ve diğer sanat faaliyetlerinin yanında esas olarak siyasi ve sosyal buhranların,demonstrasyon,protesto ve deklerasyonların adresi olmuş burası.1914 Ağustosunda,I.Dünya Savaşının patlak verdiği o sıcak günlerde bileği bükülmez ülkelerinin zaferine inanan almanlar bu meydanda savaş naraları atmak için toplanmışlardı.Ne tesadüf ki aralarında ilerleyen dönemde Alman siyasetine yön verecek ve Nazi partisini kurarak iktidarı ele geçirecek olan tarih sayfalırının tanıdık bir siması da bulunuyordu.I.Dünya Savaşına gönüllü olarak katılacak,birçok kez yaralanacak ve bir de gaz'dan zehirlenecek olan genç Adolf Hitler!Odeonsplatz'ta bulunan St.Cajetan kilisesi önündeki insan selinin içinde kaybolmasına rağmen deklanşöre basan fotoğrafçı,şans eseri kare'ye dahil ettiği bu temiz ve şık görünümlü adamın çok değil 30 yıl sonra milyonlarca can kaybının vebalini yükleneceğini nereden bilebilirdi ki? 


Englischer Garten

Hofgarten
Avrupa şehirlerini yaşanılabilir kılan ve en sevdiğim yönü,Doğunun dar sokaklı,temiz havaya muhtaç yerleşimlerinin aksine geniş bahçe ve parklarının bulunmasıdır.Ek olarak da bu alanların şehir merkezlerinde yer almaları.Çarşı keşmekeşinin,trafik ve ses kirliliğinin yaşandığı merkeze birkaç adımlık mesafede rahatça nefes alma olanağı sunan bir kaçış alanının olması gerçekten büyük nimet.Odeonsplatz'ın hemen karşısında bulunan ve bir saltanat kapısı edasındaki girişten içeriye adım attığımızda Münihin kalbine gizlenmiş bir Rönesans bahçesine girdiğimizden habersizdim.Üzerinde yürüdüğümüz çakıl taşlarla kaplı yolun hemen sağında bir zamanlar Bavyera krallarının konutu olan ve sayısız odalarının bahçeye bakan pencereleri yol boyunca uzanan Rezidenz, eski saray yer alıyordu.Bu bölgede giderek sıklaşan ve geldiğimiz yol boyunca hiç eksik olmayan ağaç ve yeşillikler göze çarpıyordu.Rezidenz'in ışık alan pencereleri Hofgarten'e bakıyor.Eski zamanlarda kraliyet ailesi mensuplarının akşam yürüyüşlerini yaptıkları,doğa ile başbaşa vakit geçirdikleri saray bahçesi burası. Antik yunan mitolojisine büyük bir hayranlık duyan nice Bavyera kralından biri olan I.Maximilian Hofgarten'in tam ortasına av tanrıçası Artemis'e atfettiği bir tapınak inşa ettirmiş.Pavillion ismiyle bilinen bu zarif yapı hoş bir duraklama ve dinlenme mekanı.Sultanahmet meydanındaki Alman çeşmesine benzerliği ile dikkati çekiyor.Burada biraz duraklayıp gözleri kapalı keman çalan bir sokak sanatçısının klasik ezgilerine kulak verdim.Ruhum dinlendi.Mor,mavi,sarı ve kırmızı renkte çiçekler,düzenlice tımarlanmış çimler ve küçük göletler.Öylesine bir huzur ortamı yaratılmıştı ki,burada geçirilecek birkaç dakika bile insanın ruhunu temizlemeye yetiyordu.Hofgarten'in çevresinde bazı önemli kamu binaları ve yapılar bulunuyor.Bavyera Eyalet Yönetim Binası,eski sarayın bir bölümü olan Festsaalbau,Münih Sanat Galerisi,Alman Tiyatro Müzesi ve saray bahçesinin girişi Hofgartentor.

Hofgarten'in merkezindeki Artemis pavillionu 

Chinesische Turm
Münih'in içinden geçen Isar nehrine paralel bir yön izleyen,3.7 kilometrekarelik bir alana yayılan devasa bir yeşil sahanın henüz çok başlarındaydık.Derinliklerine doğru ilerledikçe futbol, ragbi, frizbi gibi sporlarla haşır neşir onlarca insan gördüm. Böylesi güzel bir günden en iyi bu şekilde istifade edilebilirdi.Çağlayan suların aktığı küçük ırmaklar,irili ufaklı ördek yavrularının içinde yüzdüğü büyük göl havzaları gördüm.Şehrin tam göbeğinde küçük bir orman yaratılmıştı adeta. Kalabalıkça bir insan kümesinin az ileride toplanmış olduğunu gördük ve merakla oraya koştuk.Yüksek bir köprünün hemen altında ellerinde tahtalarıyla bir grup sörfçü coşkulu bir akıntıya karşı direniyorlardı.İçlerinden bu işi kıvıramayıp bolca su yutanları bir kenara koyarsak, birçoğu ustaca kıvrımlarla sörf tahtasına yön veriyor,akıntıya meydan okuyorlardı.Bu ilgi çekici atraksiyonu geride bırakarak yolumuza devam ettik.Elindeki gitara hakim olduğu her halinden belli olan,onunla bir olmuşçasına çalan bir sokak müzisyeni notaların serbestisinde boğulup gitmişti.O kadar özgür ve her halden bağımsız bir görüntü çiziyordu ki. Güzel havayı bulan Münihlilerin bir dakika dahi düşünmeden kendilerini yeşil kırlara attıklarını daha öncelerde duymuştum. Bu gerçeği gözlerimle görme imkanını İngiliz bahçesinin en uğrak yeri olan Chinesische Turm'da buldum.İlginç mimarisiyle dikkati çeken Çin kulesi giriş katı haricinde giderek küçülen 4 kattan oluşan ahşap bir yapıydı.Birinci katına bir bando yerleştirilmiş.Geleneksel Bavyera müziği çalıyordu.Dışarıdaki bira bahçesinde ise hınca hınç dolu masalarda Almanlar bira ve domuz eti tüketiminde birbirleri ile koyu bir yarış içerisine girmişlerdi. Almanların ailece toplanarak ifasına çok önem verdiği bu geleneksel festival havasına uzaktan iştirak ettikten sonra parkın iç taraflarına doğru yürüyüşümüzü biraz daha sürdürdük.Öğle olmuş,artık karnımız acıkmıştı.Bu kadar oksijen de yetmişti açıkçası.Eve dönmeye karar verdik.Ne de olsa Münih'i gezmek için daha yeteri kadar günüm vardı.Bu kısa tanışmanın ardından tekrar geri dönme sözü verdiğim şehre şimdilik elveda dedim.Gördüklerimi,insana garip bir güven hissi aşılayan bu huzur şehrinde daha da göreceklerimin bir güvencesi saydım.

Englischer Garten'den Münih'in merkezine bir bakış
Bavyera semalarında batan güneş,ufukta şarabi bir şarhoşluk yaratır gibiydi.Ben çoktan eşyalarımı toplamış,otoban üzerinde yeni istikametime doğru yola koyulmuştum.Güneş henüz batmadan,yol aldığım kuzey yolunda alman taşrasının coğrafi yapısı ve fizyognomisi hakkında ilk izlenimlerimi edindim. Dipdibe kümelenmiş yeşil yağmur ormanları,geniş yonca tarlaları,sivri çan kuleleri göğe yükselen ortaçağ kiliseleriyle düzenli köy yerleşimleri.Münih'e döneceğim günü iple çekiyordum çekmeside de o an, yolumu gözleyen şehirlere bir an önce ulaşmak,yeni yollara,yeni bilinmezlere varmak için sanki daha çok sabırsızlanıyordum.